HAYY İBN YAKZAN

Kendini ve gerçeği arayışın bir hikayesi olan, büyük İslam düşünürü İbn Tufeyl’in Hayy İbn Yakzan adlı ilk İslam romanı, okuyanı çok derinden etkileyen ve her ayrıntısı “gerçeği arayış” da yüzyıllar gerisinden rehberlik eden çok değerli bir kaynak.
Yalnız başına bir adada, hiçbir insan tanımadan, bir ceylan tarafından emzirilerek büyütülen ve aklını kullanarak hakikati keşfeden Hayy’ın hikayesidir Hayy İbn Yakzan romanının konusu.
İbn Tufeyl, bu felsefi romanı aracılığıyla İbn Sina’nın Hikmet-i Meşriki adlı eserinde dile getirdiği bazı sırları açıkladığını ifade etmiş. Kendi ifadesine göre; hikaye iyi izlendiğinde Yakzan oğlu Hayy ile birlikte istenilen gerçeklere ulaşılabilinir.
Hayy İbn Yakzan, diri oğlu uyanık demek. Aslında romanın adı bile varoluşla ilgili bir gizemin açıklamasını içeriyor. “Hayy”, Allah-u Teala’nın isimlerinden biri. Ölmeyen diri, ezeli ve ebedi diri, hayat veren anlamlarına geliyor. Romandaki Hayy’ın anasız-babasız, adadaki yalnız varoluşuyla, insanoğlunun alemdeki varoluşunu simgeleştirmiş yazar. Varoluş kaynağı olarak da ölmeyen, ebedi-ezeli dirinin oğlu uyanık diyor insanoğlu için. Uyanık, çünkü aklı var. “İlk akıl”, kendinden nasip vermiş ona.
İbn-i Tufeyl, Hayy’in gelişiminin kurgusunda insanoğlunu sembolleştirir. Toplumsal, kültürel her türlü etkiden uzak bir çevrede, yalın doğa koşullarında bile insanoğlu, “Gerçek” in bilgisine “Varlık” ın sırrına ulaşma potansiyeline sahiptir.“Varlık”, heryerde, her şeyde açık bir kitap gibi insanoğlunun okumasına her an hazırken, insanoğlundan çok ender istisnalar kendindeki bu potansiyeli kullanıp, “Oku” mayı başarır. Bu bilgilere ulaşıldığında, İlahi Kitap ve elçilerin ifade ettiklerinin aynı olduğu görülecektir. Ancak, “Oku” yamayan, geniş halk kitleleri bu bilgilere ulaşamaz, ulaşamayacak olanlar için de bu bilgilerin gizli tutulması onların yararına olacaktır.
Yalnız başına bir adada, hiçbir insan tanımadan, bir ceylan tarafından emzirilerek büyütülen ve aklını kullanarak hakikati keşfeden Hayy’ın hikayesidir Hayy İbn Yakzan romanının konusu.
İbn Tufeyl, bu felsefi romanı aracılığıyla İbn Sina’nın Hikmet-i Meşriki adlı eserinde dile getirdiği bazı sırları açıkladığını ifade etmiş. Kendi ifadesine göre; hikaye iyi izlendiğinde Yakzan oğlu Hayy ile birlikte istenilen gerçeklere ulaşılabilinir.
Hayy İbn Yakzan, diri oğlu uyanık demek. Aslında romanın adı bile varoluşla ilgili bir gizemin açıklamasını içeriyor. “Hayy”, Allah-u Teala’nın isimlerinden biri. Ölmeyen diri, ezeli ve ebedi diri, hayat veren anlamlarına geliyor. Romandaki Hayy’ın anasız-babasız, adadaki yalnız varoluşuyla, insanoğlunun alemdeki varoluşunu simgeleştirmiş yazar. Varoluş kaynağı olarak da ölmeyen, ebedi-ezeli dirinin oğlu uyanık diyor insanoğlu için. Uyanık, çünkü aklı var. “İlk akıl”, kendinden nasip vermiş ona.
İbn-i Tufeyl, Hayy’in gelişiminin kurgusunda insanoğlunu sembolleştirir. Toplumsal, kültürel her türlü etkiden uzak bir çevrede, yalın doğa koşullarında bile insanoğlu, “Gerçek” in bilgisine “Varlık” ın sırrına ulaşma potansiyeline sahiptir.“Varlık”, heryerde, her şeyde açık bir kitap gibi insanoğlunun okumasına her an hazırken, insanoğlundan çok ender istisnalar kendindeki bu potansiyeli kullanıp, “Oku” mayı başarır. Bu bilgilere ulaşıldığında, İlahi Kitap ve elçilerin ifade ettiklerinin aynı olduğu görülecektir. Ancak, “Oku” yamayan, geniş halk kitleleri bu bilgilere ulaşamaz, ulaşamayacak olanlar için de bu bilgilerin gizli tutulması onların yararına olacaktır.

Kitaptaki Hayy, Absal ve Salaman tiplerinde insanoğlunun kapasite farklılıklarını görürüz. Yaşadığı yeri terk edip, bütün malını mülkünü bırakıp, duyumlanabilir dünya ve bu dünyanın oyalayıcı etkilerinden uzaklaşarak “Gerçek” in bilgisine ulaştıracak tefekküre dalmak için ıssız adaya gelen Absal. Dinine bağlı, günlük dini görevlerini ihmal etmeden yerine getiren, İlahi tebliğin görünür anlamlarının sorumluluğu ve kendisine verecekleriyle yetinip Absal’la birlikte adaya gelmeyi kabul etmeyen Salaman. Ve hikayenin kahramanı Hayy.
Kendi felsefesini hikayeleştirerek anlattığı bu roman günümüze ulaşan tek eseri olmuş İbn Tufeyl’in. “Gerçek” e ait bilgilerin yücelerine ulaşmak isteyenlerin, bilgi aktarımıyla ya da taklitçilikle amaçlarına ulaşamayacaklarını belirtip, düşünme yoluyla elde edilecek bilginin müşahede ile zevkine varılarak, İbn Arabi’nin ifade ettiği gibi; bilgi, bilen ve bilinenin birliği haline ulaşıp, bunun hazzının yaşanması gerektiği yolunu işaret eder.
Kitabı okurken yazarın bu işaretlerine bakıp, kendi deneyimlerimle bağlantı kurmaya çalıştığım bölümler oldu. Konusunun geçtiği yer olarak ıssız bir adanın seçilmesinin de mutlaka özel bir anlamı var. Yaşadığım deneyimlerle kurmaya çalıştığım bağlantıyı da paylaşmak istiyorum:
Çok ender anlarda, hatta çok ilginç; kalabalıklar içinde, kısacık, şimşek çakması gibi anlarım olur yalnızlığa dair. Kalabalıktaki tüm insanlar, evren, varolan her şey döner döner, gittikçe silikleşerek ortasında bir “Ben” i bırakıp kaybolur. Düşüncenin durduğu bu kısacık geniş anlardan çıkınca, acaba “Her insanın kendi gerçeğinden başka gerçek yok mu?” düşüncesi dolar zihnime. Bu sonsuz çeşitlilik görünümü, her birimiz için kendi gerçeğinin merkezi etrafındaki yolculuğunun gereği olan dekorlar mıdır?
İçine düşülen bu derin yalnızlığı çok sevdiğim Özdemir Asaf şiirlerinden biri nasıl da güzel anlatır:
Yalnızlık, yaşamda bir an,
Hep yeniden başlayan..
Dışından anlaşılmaz.
Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan..
Paylaşılmaz.
Bir düşün’de beni sana ayıran
Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
İbn Tufeyl’in ada metaforuyla anlatmak istediği de acaba evrendeki varoluşumuzun yalnızlığı mıdır diye düşünmeden edemiyor insan.
Hayy’ın kendi gerçeğinin yolculuğunu kitaptan okuyarak takip etmeyi öneriyorum. Çünkü, anlatımın bütün ayrıntıları çok önemli bana göre. Akleden insanoğlunun teorik bilgiyi sınıflandırırken varacağı aşamaları değerlendirmede İbn Tufeyl’in dikkat çekmek istediği hususlar bizzat okuyucu tarafından kabı ölçüsünce alınmalı.
“Gerçek” a dair en kapsamlı açıklamaları yapanın İbn Arabi olduğunu düşünürdüm bu kitap elime geçinceye kadar. Metaforik anlatımlarla da olsa, “Gerçek”e dair söylenemeyenleri söylemiş İbn Tufeyl kitabında.
Roman kahramanı Hayy, “O” na benzemenin, cismani sıfatlardan hiçbirisiyle karıştırmaksızın “O” nu bilmek demek olduğunu anlayınca kendi nefsine dönerek tüm cismani sıfatlardan kendini arındırma gayretine girer kitapta ve mağaranın en kuytu köşesine çekilip, tüm ikilikler birlenene, şirkten kurtulana, yerler, gökler ve bunların içerdikleri şeyler, ruhani suretler, cismani kuvvetler zihninden tamamen silininceye kadar günlerce yemeden, içmeden müşahedesini sürdürür.
İbn Tufeyl bir insanın asli yolculuğunda varacağı bu noktadaki durumu şöyle açıklar: “Hayy, bu aşamaya geldikten sonra tek olan zorunlu varlığın çağrısını duydu, kelamını anladı. Konuşmayışı ve konuşmanın ne olduğunu bilmeyişi o tek varlığın kelamını anlamasına engel olmadı. Bu durum içinde kendisini kaybetti. Ve hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı şeylere şahit oldu.”
“Hayy’ın müşahede ettiği görülen şeyleri doğrudan hakikatin kapısını çalarak değil, simgelerle anlatmaya çalışacağız. Öyleyse şimdi işaret edilecek şeyleri kalp kulağıyla dinle; ve akıl gözüyle görmeye çalış! Ola ki bunlarda seni o makama götürecek bir rehber bulursun. Ancak bir koşulumuz var: Bu sayfalarda aktarılandan daha fazla açıklama istemeyeceksin. Zira meydan çok dar. Dillendirilmesi olası olmayan şeyleri kelime aracılığıyla boyunduruk altına almaya kalkışmak tehlikeli bir iştir.” Açıklamasını yaparak sürdürür anlatımını, varılan son nokta kelimelere sığmayacak haller olduğundan, bunları anlatmanın zorluğunu da, yanlış anlaşılmasının getireceği sorumluluk duygusunu da vurgular açıklamasında. Metaforlarını anlamlandırmak okuyucuya kalmıştır.
“Hayy İbn Yakzan kendi zatından ve diğer zatlardan büsbütün fena bulduğunda (yok olduğunda), uzaklaştığında Hayy ve Kayyum olan tek varlıktan başka birşey görmedi; müşahede eylediklerinden başka bir şey yoktu artık onun için. Daha sonra sarhoşluğu andıran bu halden uzaklaşarak yeniden Tanrı’dan başka herşeyi gördüğü eski durumuna geldi.
Olağan durumuna kavuştuğunda şunlar geldi aklına, kendine özgü zat Hak Teala’nın zatından ayrı bir gerçekliğe sahip değildi. Zatının hakikati Tanrı’nın zatıydı. Daha önceleri Tanrı’nın zatından ayrı gördüğü ve yalnızca kendine özgü zannettiği zatın ayrı bir hakikati bulunmuyordu.
Varlıkta, Tanrı’nın zatından başka herhangi bir zat yoktu."
Kitaptaki “Gerçek” e dair en önemli açıklama olarak gördüğüm bu paragrafı okuyanların yorumuna ve Hayy’ın hikayesinin devamını da kitabı okuyacak olanlara bırakıp, bu önemli romanı okumayanlar için, mutlaka okunması gereken bir eser olarak öneriyorum.
Kendi felsefesini hikayeleştirerek anlattığı bu roman günümüze ulaşan tek eseri olmuş İbn Tufeyl’in. “Gerçek” e ait bilgilerin yücelerine ulaşmak isteyenlerin, bilgi aktarımıyla ya da taklitçilikle amaçlarına ulaşamayacaklarını belirtip, düşünme yoluyla elde edilecek bilginin müşahede ile zevkine varılarak, İbn Arabi’nin ifade ettiği gibi; bilgi, bilen ve bilinenin birliği haline ulaşıp, bunun hazzının yaşanması gerektiği yolunu işaret eder.
Kitabı okurken yazarın bu işaretlerine bakıp, kendi deneyimlerimle bağlantı kurmaya çalıştığım bölümler oldu. Konusunun geçtiği yer olarak ıssız bir adanın seçilmesinin de mutlaka özel bir anlamı var. Yaşadığım deneyimlerle kurmaya çalıştığım bağlantıyı da paylaşmak istiyorum:
Çok ender anlarda, hatta çok ilginç; kalabalıklar içinde, kısacık, şimşek çakması gibi anlarım olur yalnızlığa dair. Kalabalıktaki tüm insanlar, evren, varolan her şey döner döner, gittikçe silikleşerek ortasında bir “Ben” i bırakıp kaybolur. Düşüncenin durduğu bu kısacık geniş anlardan çıkınca, acaba “Her insanın kendi gerçeğinden başka gerçek yok mu?” düşüncesi dolar zihnime. Bu sonsuz çeşitlilik görünümü, her birimiz için kendi gerçeğinin merkezi etrafındaki yolculuğunun gereği olan dekorlar mıdır?
İçine düşülen bu derin yalnızlığı çok sevdiğim Özdemir Asaf şiirlerinden biri nasıl da güzel anlatır:
Yalnızlık, yaşamda bir an,
Hep yeniden başlayan..
Dışından anlaşılmaz.
Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan..
Paylaşılmaz.
Bir düşün’de beni sana ayıran
Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
İbn Tufeyl’in ada metaforuyla anlatmak istediği de acaba evrendeki varoluşumuzun yalnızlığı mıdır diye düşünmeden edemiyor insan.
Hayy’ın kendi gerçeğinin yolculuğunu kitaptan okuyarak takip etmeyi öneriyorum. Çünkü, anlatımın bütün ayrıntıları çok önemli bana göre. Akleden insanoğlunun teorik bilgiyi sınıflandırırken varacağı aşamaları değerlendirmede İbn Tufeyl’in dikkat çekmek istediği hususlar bizzat okuyucu tarafından kabı ölçüsünce alınmalı.
“Gerçek” a dair en kapsamlı açıklamaları yapanın İbn Arabi olduğunu düşünürdüm bu kitap elime geçinceye kadar. Metaforik anlatımlarla da olsa, “Gerçek”e dair söylenemeyenleri söylemiş İbn Tufeyl kitabında.
Roman kahramanı Hayy, “O” na benzemenin, cismani sıfatlardan hiçbirisiyle karıştırmaksızın “O” nu bilmek demek olduğunu anlayınca kendi nefsine dönerek tüm cismani sıfatlardan kendini arındırma gayretine girer kitapta ve mağaranın en kuytu köşesine çekilip, tüm ikilikler birlenene, şirkten kurtulana, yerler, gökler ve bunların içerdikleri şeyler, ruhani suretler, cismani kuvvetler zihninden tamamen silininceye kadar günlerce yemeden, içmeden müşahedesini sürdürür.
İbn Tufeyl bir insanın asli yolculuğunda varacağı bu noktadaki durumu şöyle açıklar: “Hayy, bu aşamaya geldikten sonra tek olan zorunlu varlığın çağrısını duydu, kelamını anladı. Konuşmayışı ve konuşmanın ne olduğunu bilmeyişi o tek varlığın kelamını anlamasına engel olmadı. Bu durum içinde kendisini kaybetti. Ve hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı şeylere şahit oldu.”
“Hayy’ın müşahede ettiği görülen şeyleri doğrudan hakikatin kapısını çalarak değil, simgelerle anlatmaya çalışacağız. Öyleyse şimdi işaret edilecek şeyleri kalp kulağıyla dinle; ve akıl gözüyle görmeye çalış! Ola ki bunlarda seni o makama götürecek bir rehber bulursun. Ancak bir koşulumuz var: Bu sayfalarda aktarılandan daha fazla açıklama istemeyeceksin. Zira meydan çok dar. Dillendirilmesi olası olmayan şeyleri kelime aracılığıyla boyunduruk altına almaya kalkışmak tehlikeli bir iştir.” Açıklamasını yaparak sürdürür anlatımını, varılan son nokta kelimelere sığmayacak haller olduğundan, bunları anlatmanın zorluğunu da, yanlış anlaşılmasının getireceği sorumluluk duygusunu da vurgular açıklamasında. Metaforlarını anlamlandırmak okuyucuya kalmıştır.
“Hayy İbn Yakzan kendi zatından ve diğer zatlardan büsbütün fena bulduğunda (yok olduğunda), uzaklaştığında Hayy ve Kayyum olan tek varlıktan başka birşey görmedi; müşahede eylediklerinden başka bir şey yoktu artık onun için. Daha sonra sarhoşluğu andıran bu halden uzaklaşarak yeniden Tanrı’dan başka herşeyi gördüğü eski durumuna geldi.
Olağan durumuna kavuştuğunda şunlar geldi aklına, kendine özgü zat Hak Teala’nın zatından ayrı bir gerçekliğe sahip değildi. Zatının hakikati Tanrı’nın zatıydı. Daha önceleri Tanrı’nın zatından ayrı gördüğü ve yalnızca kendine özgü zannettiği zatın ayrı bir hakikati bulunmuyordu.
Varlıkta, Tanrı’nın zatından başka herhangi bir zat yoktu."
Kitaptaki “Gerçek” e dair en önemli açıklama olarak gördüğüm bu paragrafı okuyanların yorumuna ve Hayy’ın hikayesinin devamını da kitabı okuyacak olanlara bırakıp, bu önemli romanı okumayanlar için, mutlaka okunması gereken bir eser olarak öneriyorum.
Müzik: Göksel Baktagir-Sultaniyegah Saz Eseri |