nazaninan
  • ANA SAYFA
  • PROFİLİM
  • SİTE HARİTASI
  • ZİYARETÇİ DEFTERİ
  • İLETİŞİM

EVRENİN KESİNTİLİLİĞİ Ve Her An Yeniden Yaratılış

3/26/2011

2 Comments

 


  EVRENİN KESİNTİLİLİĞİ
      Ve Her An Yeniden Yaratılış

Picture
    Bütün mükemmelliğiyle bir kez yaratılmış ve yaratıldığından bu yana da sürüp giden evren anlayışı yerine, duyu organlarımızla algılanması mümkün olmayacak kadar kısa zaman aralığında yok olup, yerine benzerinin an be an yaratıldığı yeni bir evren anlayışının geçmesinin her insanda aynı etkiyi yapıp, yapmayacağını bilemem. Ancak, yeni edindiğim bu bilgi benim için gerçekliğe dair bildiğim her şeyi alt üst edip, hayatı ve kendimi algılayışımı değiştiren bir süreç oldu.    

     Her ne kadar ilk çağlardan beri felsefeciler, sürekli akıp giden zaman içinde evrenin ard arda gelen iki anda birbirinin aynısı olmadığını söylemiş olsalar da, bu bilginin bendeki izlenimi, aynı evrenin değişen halleri şeklinde olmuştu. Yani bu süreci, eskisinin yok olup yerine, eskisine fark edilemeyecek kadar benzer yenisinin geçtiği bir süreç olarak değerlendirmemiştim.
      
     UZAKDOĞU MİSTİSİZMİ BU KONUDA NE DİYOR?       

    Uzakdoğu mistisizminin kaynaklarında ve bilgelerinin ifadelerinde, “an” da yok olup, takip eden “an” da yeniden var edildiğimizin bilgisini veren çok sayıda özlü deyişe rastlamak mümkün. Mesela Buddha’nın sözlerinden derlenmiş Dhammapada’da bakın ne diyor Buddha:

     "Yaşamımızın her anı yeni bir yaşam ve eski bir ölümdür. Biz geçip giden zamanda ölürüz ve gelen zamanda yaşarız. Bu nedenle, bu dünya üzerindeki yaşamımız sürekli bir yer değiştirmedir."    

     Bilginin her an, her yerde mevcut olduğu ama o bilgiyi alacak varlık seviyesi yeterli değilse, ne kadarsan o kadarını alabileceğine dair bir örnek aslında bu durum. Bu kaynaklarda ve bu ifadelerde defalarca okunmuş olsa da bu bilginin ifade etmek istediği anlamda değil de, bir kez yaratılmış ve devamlı değişip duran bir evreni anlatıyor şeklinde değerlendirilmesinde, insanoğlunun kökleşmiş evren anlayışını değiştirmesine direnç göstermesinin de önemli bir etken olduğunu düşünüyorum.  
 
     EVRENİN KESİNTİLİLİĞİNE BİLİMSEL YAKLAŞIM       

    Oysa bilimin vardığı sonuçlar da desteklemekte bu görüşü. Alman fizikçi Max Planck’ın 1900 lerde, kuantumun ilk temeli sayılabilecek “sürekliliğin kesintililiğine” dair buluşu da aynı sonucu ilan etmekte. Radyasyon yasasıyla ilgili çalışmaları sırasında Max Planck, her biri kendine özgü titreşim frekansına sahip maddenin, bu frekansla yaydığı radyasyonunu sürekli bir akıntı olarak değil, kesintili fışkırmalar şeklinde saldığını bulmuş. Doğanın sürekliliğinin, aksine bir görüşü kabul etmeyi mümkün kılmayacak kadar güçlü bir inanç olarak yerleşmiş olduğu o günlerde, Planck’ın bu buluşu bilimde devrimsel bir gelişmeyi başlatan bir adım olmuş.       

    Evrenin sürekli görünüşünün, kesintili görüş ile değiştirilmesini zorunlu kılan bu buluşla Planck, bu kesintililik süresini de belirlemiş. “Planck Sabiti” adı verilen “h” sabit sayısı, duyu organlarımızla algılanamayacak kadar küçük bir oran olduğundan, doğadaki bu kesintililiği fark etmemiz mümkün değil.       

    Planck’ın buluşuna verilen klasik örnek, bir tahıl yığınından oluşan tepeciğin uzaktan tahıllardan oluştuğunun fark edilemeyip, ancak görebilecek kadar yakınına gelindiğinde taneciklerden oluştuğunun fark edilmesi ve bu tanecik yapının tahıl yığınının birimleri olduğu şeklindeki benzetme olsa da benim zihnimdeki izlenim daha çok film tekniğindeki benzetmeyle uyuşuyor. İzlerken kesintisiz gibi algıladığımız bir filmin, aslında ayrı ayrı film karelerinin duyu organlarımızın algılamasını aşan bir hızla ard arda geçirilmesiyle oluşması gibi.       

    Kısaca, bu bilimsel buluşun bize ifade etmesi gereken anlamı; evren görünüşünün sürekli bir akış şeklinde değil, film tekniğinde olduğu gibi, “h” sabiti gibi çok küçük zaman aralıklarıyla kesintiye uğramış ard arda gelen ayrı ayrı görüntüler olduğu şeklinde ifade edebiliriz.       

    Bu ifade, büyük bir bilimsel buluşun ifadesi olsa da, bu bilgiyle ilk kez karşılaşacak olan birisi için tek başına ilk aşamada çok büyük anlam ifade etmeyebilir. Oysa başka konu ve kaynaklardan edinilen bilgilerle bir araya gelip, billurlaştığında insanın tüm gerçeklik algısını değiştirecek anlam büyüklüğüne sahip, önemli bir bilgi.

     Maddenin bölünemez en küçük parçacığına inme çabalarının sonucunda, böyle bir parçacık bulmak yerine, belirip, kaybolan parçacık özellikleriyle karşılaşan kuantum fiziği, maddenin temelindeki gerçekliği; birbirinden bağımsız, yalıtık parçacıklar şeklinde olmayıp, bütünle ve birbiriyle ilişkili ve iletişimde olan, kimi zaman parçacık, kimi zaman dalgacık özelliği gösteren, kuantum alanlarındaki beliriş, yok oluş şeklinde gözlenen ilişkiler ağıyla açıklamakta.       

    Bu bilgiler zihinde bütünleştikce, uygun bir gözlüğümüz olabilseydi ve evreni bu gözlüğün arkasından izleme şansına sahip olabilseydik, her an belirip kaybolan şeylerin evrensel dansının büyüleyici ahengini izleyebilirdik gibi düşsel bir kurguya kaptırıyor insanı.

     SHİVA’NIN DANSI      
 

    Oysa, bu kurgu da yeni değil. Hint mistisizminde temsil edilmiş. İslam terminolojisinde “Esma-ül Hüsna” olarak ifade edilen Allah-u Teala'nın isimlerinin, sıfatlarının her biri Hint dininde ayrı bir Tanrı’yla simgeleştirilmiş. Bu Tanrı’lar Tek’in ifadesi değil, sadece o özelliğin ifadesi. Birçok özelliği bir arada temsil eden iki büyük Hint Tanrı’sından biri olan Shiva ise, transformu sembolize ediyor. Yani değişimin, dönüşümün Tanrı’sı. Shiva dans ettikçe, göz kırpan yıldızlar misali, belirip-yok olan, sonra yeniden beliren evrendeki çeşitliliğin yaratımı gerçekleşiyor ve bu varoluş-yokoluş döngüsü devam ettikçe Shiva’nın dansı sürüyor. 

     Hint Tanrı’sı Shiva, sembolik bir temsil ediş elbette. Önemli olan, en eski dinlerden biri olan Hint inancında da varoluşun kesintililiğinin ifade edilmiş olması. Lisanın, kelimelerin “Gerçek” e dair bilgileri ifade edecek yeterliliğe sahip olmaması nedeniyle yalın bir şekilde ifade edilemediğinden, her inançta, her kültürde, her çağda bu bilgilerin sembollere büründürülerek, mitolojik anlatımlarla insanların anlayışına sunulduğu bilinmekte.Günümüz biliminin en üst düzey araştırmalarının yapıldığı, (Cern)’deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezinin giriş kapısı önüne yerleştirilmiş, evrenin kesintililiğini sembolize eden Hint Tanrı’sı Shiva’nın heykeli ise adeta bilimin vardığı sonucun da Shiva’nın dansına vardığını aynı sembolik anlatımı kullanarak ilan etmekte.   


      İSLÂM’DA YENİDEN YARATILIŞ (HALK-I CEDİD)       

     Yeniden Yaratılış kavramı Kur-an’da,  Kaf Suresi’nin 15 nci ayetinde geçiyor. Mealen Ayet’te şöyle denilmekte:

     “Biz ilk yaratmamızda acizlik mi gösterdik? Hayır. Doğrusu onlar her vakit yenilenip duran yaratılıştan şüphe içindedirler!”       

     Bu ayetin İslam alimlerince yorumlanmış bilinen anlamı, Yeniden Yaratılış (Halk-ı Cedid) kavramının, öldükten sonra yeniden diriltileceğimiz, ceza günü gerçekleşecek olan yeniden yaratılışı ifade ettiği şeklinde. Yani içinde bulunduğumuz evreni ve kendimizi sürekli olarak algılamamızı pekiştiren bir yorum. Bir kez yaratılmış ve kıyametle yok olacak ve sonrasında tekrar diriltileceğimiz ceza gününe kadar aynı varlığını sürdürecek olan bir evren anlayışı.

     Oysa aynı ayetin İbn Arabi yorumu, evrenin kesintililiğine dair gerekli her türlü açıklamayı içeren tamamen farklı bir anlam açıklamakta.  


Picture
     İBN ARABİ’YE GÖRE YENİDEN YARATILIŞ

    İslâm mutasavvıfı İbn Arabi’nin dünya görüşünde, alemin varlık olarak ortaya çıkışı demek olan “Hilkat”, yani yaratılış, Hakk’ın kendinden kendine tecellilerinin aşamalarıyla özdeş. Bu tecelli, beliriş aşamalarını Şeyh-ül Ekber halkın idrak edebilmesi için aşağıdaki gibi sıralamış: 

     1-Hakk’ın kendi zatına tecellisi ile, zati bilincinin ilk belirişi olan ve Hakk’ın kendini, kendine açığa çıkardığı, hiçbir zaman, hiçbir varlık tarafından asla bilinemeyecek olan, gayb alemindeki tecelli. 

     Eşyanın arketipleri olan, sabit gerçeklerin (ayan-ı sabitenin), yani eşyanın İlahi Bilinç’teki ezeli suretlerinin belirişi anlamındaki “feyz-i akdes”, günümüz Türkçesiyle ifade etmeye çalışırsak, “daimi kutsal beliriş”. 

     2- İlahi Bilinç’in içeriğini oluşturan, eşyanın ezeli suretlerinin olasılık halinden görünen gerçeklik alemine çıkmaları, yani İbn Arabi’nin “ayan-ı sabite” adını verdiği, eşyanın ezeli suretlerinin potansiyelini gerçekleştirerek fiilen duyulara hitap eden alemde belirişleri anlamındaki “feyz-i mukaddes”. Görünen alemdeki idrak olunan tecelli.       

    3- Nesnelerin varlığa bürünmeleri.       

    İbn Arabi’ye özgü Yaratılış teorisine göre Hakk’ın zati tecellilerinin ard arda gelen bu aşamaları, sonu olmaksızın kendini yineleyen, her an yokoluş-yeniden yaratılış döngüsü şeklinde. Belli bir anda sonsuz sayıda nesne ve sonsuz sayıda özellik varlık kazanırken, takip eden anda bunlar yok olup, bunların yerine geçen sonsuz sayıdaki farklı nesne ve özellik varlık kazanıyor. İki farklı anda evrendeki hiçbir şey birbirinin aynısı değil. Alemin her an yeniden yaratılmakta olduğunu ifade eden Arabi’ye göre, “halk-ı cedid” olarak adlandırdığı bu yeniden yaratılışın anlamı; sonsuza dek ve her an yenilenen bir Yeniden Yaratılış. 

    Tek ve aynı şey olarak izlediğimiz herhangi bir şeyin, birbirini izleyen iki anda tek ve aynı şey olmayıp, birbirinin benzeri iki şey olması, insanın da aynı yeniden yaratılış sürecine dahil olması nedeniyle, insanlar tarafından fark edilmemekte. Akıl yoluyla kavramaya çalışacak olan insanların büyük bir çoğunluğu için de, bu durumun sırrına ulaşamayacaklarını söylemekte Arabi hazretleri. Evrende sürüp giden bu “her an yeniden yaratılış” konusunu daha anlaşılabilir kılmak için de Kur-an’ın bir başka ayetinde geçen kıssayı örnek veriyor. Neml Suresi’nin 38-39 ve 40 ncı Ayetlerinde geçen Saba melikesi Belkıs kıssasında özet olarak şunlar anlatılıyor:


Picture
    HZ.SÜLEYMAN'IN HUZURUNA GETİRİLEN SABA MELİKESİ BELKIS'IN TAHTI 

     Hz. Süleyman, huzurunda bulunanlara, Saba melikesi Belkıs’ın tahtını o an huzuruna getirebilecek birisi olup olmadığını sorar bir gün. Cinlerden biri; “Ben onu sana, sen daha yerinden kalkmadan getiririm.” der. İlim sahibi bir insan ise; “Gözünü açıp, kapatmadan ben onu sana getiririm.” der ve Hz. Süleyman bir anda tahtı karşısında bulur.       

     İbn Arabi, Hz.Süleyman’ın huzurunda bulunan İlim sahibi insanın, “her an yeniden yaratılış”dan yararlanarak mucize gibi görünen bu işi gerçekleştirmiş olduğunu söyler. Bu konudaki açıklamasına göre; o insanın yapmış olduğu, Belkıs’ın tahtını Saba’dan, Hz.Süleyman’ın huzuruna taşımak değildir. Belkıs’ın yanında bulunan tahtın Saba’da yok olup, takip eden yeniden yaratılma aşamasında Hz.Süleyman’ın huzurunda belirmesini sağlamıştır. 

     Bu fiili gerçekleştirmek için kullanmayı taahhüt ettikleri zaman bakımından insan ve cini kıyaslayan Arabi hazretleri, cinin de bu fiili gerçekleştirebilir olması ama insanın daha hızlı olması bakımından cine üstünlüğünün bulunduğunu vurgular. 
 
     Kur-an'daki kıssada bu fiili gerçekleştirenin insan değil de, Cin olduğu söylenmiş olsaydı, kutsal bilgi kaynağının bu ayetine dayanarak insanlar bu fiilin insanüstü, sadece cinlerin gerçekleştirebileceği bir fiil olduğu sonucunu çıkartırdı. Oysa ayette bu fiili, İlim sahibi bir insanın gerçekleştirdiği söylenmekte. Bir sonuca varmak gerekirse, insanoğlunun eşyanın "her an yeniden yaratılma" sürecini kullanarak, yeniden yaratılışında, yok olduğu yerden farklı bir yerde yeniden belirmesinde etkin olabilme potansiyeline sahip olduğu bilgisi verilmekte. Elbette her insanın değil, gerekli İlim'e sahip olan insanın!


     MISIR UYGARLIĞI BU İLİM'E SAHİP MİYDİ?

      İnsanı büyük şaşkınlık içerisinde bırakan bu önemli bilgiler zihinde değerlendirildikçe, eski uygarlıkların günümüze kalan eserlerinde, günümüz teknolojisiyle bile hala çözülememiş olan sırrın Arabi hazretlerinin bahsettiği bu İlim’le bağlantısı olabilir mi sorusu geliyor akıla. Mesela, Mısır piramitlerinde kullanılmış olan dev taş blokların taşınmasında, o yüksekliğe çıkartılmasında Hz. Süleyman’ın huzurunda beliren, Saba melikesinin tahtı örneğinde olduğu gibi, çok ileri bir uygarlık olduğu bilinen Mısır Uygarlığı’nın bu İlim’e sahip olup, taş ocağında yok oluşunu takip eden anda taş blokların yeniden yaratılışında o yükseklikte belirmesini sağlamış olabilirler mi?

    
     HAYRET!       

    Buddha’nın sözleri, Planck’ın (h) sabiti, Shiva’nın dansı, Belkıs’ın tahtı derken, ulaşılan noktada, kavranması ve kabullenmesi çok zor olan bu bilgileri yerli yerine oturtup, kendini normal kabul eden her insan gibi algıladığım evrene, artık farklı bir gözle bakıp, olması gereken kesintili evren anlayışını kabullenmeye çalışırken, rastlantısal olması mümkün olmayan, bilmem nasip olduğu için görüşüme çıkan bir deneyim yaşatıyor Yüceler Yücesi…!

     Henüz okumadığım, ama okuyan bir yakınımdan işittiğim, Paulo Coelho’nun son çıkan kitabı “Elif” de bahsettiğini duyduğum “Elif Noktası”…!      

    Bir yüzde, sonsuz yüz… bir yüzde, evren… bir yüzde, her şey….bir gözde, KENDİN!      

    Hiç durmadan değişen, birbirine dönüşen, ard arda, sayısız, sonsuz…      

    Tek’likte Çokluk…. Çok’lukta Tek'lik…  
     
    HAYRET! 

    HAYRET!   

    HAYRET!      

    Nasıl sığabilsin kelimelere görülenler? Nasıl anlatılabilsin?       

   Görmüş olanların sözleri, tüm anlamını yüklenip eşlik ediyor Hayret’in seyrine;      

     “İlim, İlim demektir     
       İlim, KENDİN BİLMEKTİR
”      

     “Kah çıkarım gökyüzüne, seyrederim alemi      
      Kah inerim yeryüzüne, seyreder alem beni”



                                                             
    KAYNAK:
    1-Dhammapada-Juan Mascaro
    2-Son Basamak-Taşkın Tuna
    3-Fiziğin Taosu-Fritjof Capra
    4-Fususul Hikem-İbn Arabi
    5-İbn Arabi'nin Fusus'undaki Anahtar Kavramlar-Toshihiko Izutsu





Müzik:Anouar Brahem-Leila Au Pays Du Carrousel
2 Comments
Teoman Keskin
12/7/2014 12:14:12 pm

Reply
Teoman Keskin link
12/7/2014 12:15:41 pm

Beni haberdar et.Teşekkürler

Reply

Your comment will be posted after it is approved.


Leave a Reply.

    Yazar

    Nazan İnan

    Picture
    ►KİTAP TANITIM
    ►Karma Felsefesi
    ►Reenkarnasyon
    ►Şimdi'nin Gücü
    ►Meher Baba
    ►Tanrılar Okulu
    ►Hayy İbn Yakzan
    ►A'mâk-ı Hayal
    ►Tuesday Lobsang Rampa
    ►Tibet'in Gençlik Pınarı
    ►Meryem Suresi ve Erk.siz Çocuk Sahibi Olabilmek
    ►Kybalion ve İdris Peygamber
    ►Mantıku't Tayr (Kuşların Diliyle)
    ►Simyacı ve Dairesel Yolculuk
    ►Siddhartha
    ►Fiziğin Taosu
    ►Hakikâtin Özü (Zübdet'ül Hakâik)
    ►Algı Kapıları

    ►KİTAPLARDAN ALINTILAR
    ►Hayata Bakış
    ►İyiye Ve Kötüye Dair
    ►Dhammapada
    ►Bir Irmak
    ►Allahım Konuş Benimle
    ►İlahi Marifete Ulaşmak
    ►Şimdi'de Varolmak
    ►İbn Arabi'nin İbn Rüşd'le Karşılaşması
    ►Asuri Hükümdarı Asarhadon
    ►Nuh Peygamberin Yakarışı
    ►Sevmek

    ►KİŞİSEL GELİŞİM
    ►7.Gün
    ►Her İnsan Oyunun İçine Doğar
    ►Cennetin Müziği
    ►Enneagram
    ►Tavuk-Yumurta Sorusundan Varoluşa Bakış
    ►Evrenin Kesintililiği Ve Yeniden Yaratılış
    ►Kader, Kaza Ve İnsan
    ►Nefes Ve Bilinç Değişimi
    ►Gidenler, Gelenler, Kalanlar

    ►TASAVVUF HİKAYELERİ
    ►Ab-ı Hayat  Ağacını Arayış
    ►Aşık İle Sevgilisi
    ►Derviş Hasan'ın Hikayesi
    ►Bir Lao Tzu Hikayesi
    ►Yoksul Balıkçı İle Şeyhi
    ►Dünyanın En Büyük Nimeti Nedir?
    ►Çatlak Testinin Hikayesi
    ►Sokrates'in Son Sözleri

    ►VİDEOLAR
    ►Yunus Emre
    ►Mevlana Ve Sema
    ►Bab Aziz
    ►Avustralya'lı Gencin Müslüman Oluşu
    ►Ne Biliyoruz ki?
    ►Holografik Evren
    ►Dördüncü Boyut
    ►Güvercinin Kaybolan Gerdanlığı
    ►Evreni Algılayış

    ►BİLGİ PAYLAŞIM
    ►Pierre Poix'in Gönderisi
    ►Zafer Karlı'nın Gönderisi
    ►Fulya Simavi'den
    ►Bedi Ahsen'in Gönderisi
    ►ÖZLÜ SÖZLER

    RSS Feed

    Click to set custom HTML



    E-MAİL ADRESİNİZİ YAZIN:

    Yazılar Adresinize Gelsin

    Delivered by FeedBurner


Powered by Create your own unique website with customizable templates.