ASURİ HÜKÜMDARI ASARHADON

"Asuri Hükümdarı Asarhadon, Kral Lailie'nin krallığını ele geçirmiş, şehirleri yakıp yıkmış, bütün halkı esir alıp kendi ülkesine getirmiş, askerleri öldürtmüş, önde gelen kimselerin kafalarını uçurtmuş, diğerlerini kazığa geçirtmiş ya da derilerini yüzdürmüş ve Kral Lailie'yi de bir kafese kapattırmıştı.
Kral Asarhadon bir gece yatağında uzanmış yatıyor, Kral Lailie'yi nasıl idam ettireceğini düşünüyordu. Tam o sırada yatağının yanında bir hışırtı duydu. Gözlerini açtı ve karşısında uzun gri sakallı, yumuşak bakışlı bir ihtiyar gördü.
'Lailie'yi mi idam ettirmek istiyorsunuz' diye sordu yaşlı adam.
'Evet' dedi Kral. 'Ama nasıl yapacağıma bir türlü karar veremiyorum.'
'Ama Lailie sizsiniz' dedi yaşlı adam.
'Bu doğru değil' dedi Kral. 'Lailie Lailie'dir, ben de benim.'
'Siz ve Lailie aynı kişisiniz' dedi ihtiyar adam. 'Siz sadece sizin Lailie olmadığınızı, Lailie'nin de siz olmadığınızı hayal ediyorsunuz.'
'Bununla neyi kastediyorsun?' dedi Kral. 'İşte ben burada, yumuşak yatağımda yatıyorum. Etrafımda erkek ve kadın köleler... Yarın, bugün yaptığım gibi dostlarımla gene ziyafet çekeceğim. Oysa Lailie kafesteki bir kuş gibi. Yarın kazığa geçirilecek ve dili dışarı sarkarken bir an önce ölmek için uğraşacak. Vücudu köpeklerce paramparça edilecek.'
'Onun hayatına son veremezsiniz' dedi yaşlı adam.
'Peki ya öldürüp cesetlerinden bir tepecik oluşturduğum o on dört
bin askere ne demeli?' dedi Kral. 'Ben yaşıyorum, oysa onlar artık yoklar. Bu, hayata son verebileceğimi kanıtlamıyor mu?'
'Onların artık varolmadıklarını ne biliyorsun?'
'Çünkü artık onları görmüyorum. Dahası, onlara işkence yapıldı, ama bana yapılmadı. Bu, onlar adına kötü, benim adıma iyi bir şeydi.'
'Bu da sadece size öyle geliyor. Siz kendinize işkence yaptırdınız, onlara değil.'
'Anlamıyorum' dedi Kral.
'Anlamak istiyor musunuz?'
'Evet, istiyorum'
'O halde buraya gelin' dedi yaşlı adam içi su dolu bir kurnayı göstererek.
Kral kalktı ve kurnaya yaklaştı.
'Soyunun ve kurnaya girin'
Asarhadon ihtiyarın kendisine buyurduğu gibi yaptı.
'Ben bu suyu sizin üzerinize döker dökmez' dedi yaşlı adam bir ibriği suyla doldurarak, 'başınızı suya daldırın'.
Yaşlı adam ibriği Kralın başının üzerine doğru eğdi ve Kral Asarhadon suyun altına girer girmez kendisinin artık Asarhadon olmadığını, bir başkası olduğunu hissetti. Ve kendisini pahalı bir yatakta güzel bir kadının yanında uzandığını gördü. O kadını daha önce hiç görmemişti ama onun kendi karısı olduğunu biliyordu. Kadın doğrularak ona:
'Lailie, sevgili kocacığım! Dünkü işler seni çok yordu ve her zamankinden fazla uyudun. Ben de sen uyurken uyanmayasın diye elimden geleni yaptım ve seni kaldırmadım. Ama prensler Büyük Salonda seni bekliyor. Giyinip onların yanına gitmelisin dedi.
Bu sözlerden kendisinin Lailie olduğunu anlayan Asarhadon bu duruma hiç şaşırmayarak, sadece bunu daha önce bilmemesine şaşarak, yataktan kalktı, üstünü giyindi ve prenslerin kendisini beklediği Büyük Salona gitti.
Prensler Kralları Lailie'yi yere eğilerek selamladılar, sonra doğruldular ve onun bir sözüyle huzurunda oturdular. İçlerinde en büyük olanı konuşmaya başladı ve kötü yürekli Kral Asarhadon'un hakaretlerine daha fazla tahammül etmenin mümkün olmadığını ve ona savaş açmaları gerektiğini söyledi. Ama Lailie bu fikre katılmadı ve şikayetlerin iletilmesi için Kral Asarhadon'a elçiler gönderilmesini emretti. Prenslere huzundan ayrılmalarını söyledi. Sonra önemli bir takım adamları elçi olarak atadı ve onlara Kral Asarhadon'a söyleyecekleri sözleri iyice belletti. Bu işi hallettikten sonra kendisini Lailie olarak hisseden Asarhadon yaban eşeği avına çıktı. Av iyi geçti. İki yaban eşeğini kendisi öldürdü. Saraya dönünce dostlarıyla ziyafete oturdu ve köle kızların dansını izledi. Ertesi gün davacılar ile mahkeme edilmek üzere getirilen mahkumların beklediği mahkeme salonuna gitti ve her zamanki gibi davaları karara bağladı. İşini bitirdikten sonra tekrar en sevdiği eğlencesine yani ava çıktı. Av gene iyi geçti. Bu sefer kendi elleriyle yaşlı bir dişi aslan öldürdü ve iki yavrusunu da beraberinde getirdi. Avdan sonra dostlarıyla tekrar ziyafet masasına oturdu. Müzik ve danslarla eğlendi ve geceyi de çok sevdiği karısıyla geçirdi. Bu şekilde, vaktini krallık görevlerini yerine getirmek ve eğlenmek arasında pay ederek günler ve haftalar boyunca, eskiden kendisi olan, Kral Asarhadon'a gönderdiği elçilerin dönüşünü bekledi. Elçiler ancak aradan bir ay geçtikten sonra döndüler. Elçilerin burunlarıyla kulakları kesikti.
Kral Asarhadon onlara -elçilere- kendilerine yapılanın aynısının, altın, gümüş ve selvi ağaçlarından oluşan bir haracı derhal göndermediği ve gelip Kral Asarhadon'a bağlılık yemini etmediği takdirde, Kral Lailie'ye de yapılacağını kralın kendisine söylemelerini buyurmuştu. Lailie, yani eski Asarhadon, tekrar prensleri topladı ve ne yapması gerektiği konusunda onlara danıştı. Prenslerin hepsi ağız birliği etmişcesine Asarhadon'un saldırmasını beklemeden ona savaş açılması gerektiğini söylediler. Kral bu fikri kabul etti ve ordunun başına geçerek yola çıktı. Yolculuk yedi gün sürdü. Kral her gün atıyla birlikleri dolaşıyor, askerlerinin cesaretlerini arttırmaya çalışıyordu. Sekizinci gün kralın ordusu, ortasında bir nehrin aktığı büyük bir vadide Asarhadon'un ordusuyla karşılaştı. Lailie'nin ordusu cesurca çarpışıyordu. Ama Lailie, yani eski Asarhadon, düşmanın karıncalar gibi akın akın dağlardan aşağı indiğini, vadiyi istila ettiğini ve kendi ordusunu yenilgiye uğrattığını görüyordu. Arabasıyla savaşın tam ortasına daldı ve baltasıyla düşman askerlerini bir bir yere serdi. Ne var ki, Lailie'nin ordusundaki askerler yüzlerle ifade edilebilirken, Asarhadon'un ordusundaki askerler binlerceydi. Lailie yaralandı ve tutsak alındı. Asarhadon'un askerlerinin korumasında, elleri ayakları bağlı bir şekilde, diğer esirlerle birlikte dokuz gün yol gitti. Onuncu gün Nineveh'e vardı ve onu bir kafese koydular. Lailie açlıktan ve aldığı yaralardan çok utancından dolayı ve de intikamını almaktan aciz oluşu yüzünden ıstırap çekiyordu. Tek yapabileceği şey düşmanlarını kendisinin acı çektiğini görmekten mahrum etmekti. Kendisine yapabilecekleri her türlü işkenceye gıkını bile çıkarmadan cesaretle katlanma kararı aldı. Yirmi gün boyunca o kafeste idamını bekledi. Akrabalarının ve dostlarının ölüme gidişlerini izledi ve öldürülenlerin iniltilerini işitti. Kimisinin elleri ve ayakları kesiliyor, kimisinin canlı canlı derisi yüzülüyordu. Ama ne bir rahatsızlık, ne bir acıma, ne de bir korku belirtisi gösterdi. Çok sevgili karısının, elleri ayakları bağlı bir şekilde iki harem ağası tarafından götürülüşünü seyretti. Karısının Asarhadon'a köle yapılacağını biliyordu. Buna da gıkı bile çıkmadan katlandı. Gene de onu izlemekle görevli muhafızlardan birisi ona, 'Sana acıyorum Lailie' dedi, 'eskiden bir kraldın, ama şimdi şu haline bir bak!' Lailie bu sözleri işitince aklına bütün o yitirdikleri geldi. Elleriyle kafesin parmaklıklarına yapıştı ve kafasını bu parmaklıklara vura vura kendini öldürmek istedi. Ama bunu bile yapacak gücü yoktu ve çaresizlik içerisinde inleyerek kafesin zeminine kapaklandı. Nihayet iki cellat kafesin kapısını açtılar ve onu ellerinden sıkıca bağlayarak kanlar içindeki idam yerine götürdüler. Lailie her yerinden kan damlayan sivri bir kazık gördü. Az önce aynı kazıktan Lailie'nin dostlarından birisinin cesedini parçalayarak çıkarmışlardı. Şimdi Lailie bunun kendi idamının gerçekleştirilebilmesi için yapıldığını anlıyordu. Lailie'nin üstündekileri çıkardılar. Lailie eskiden güçlü, biçimli olan bedeninin zayıflığı karşısında şaşkınlığa düştü. İki cellat bu sıska bedeni uyluklarından tutarak havaya kaldırdılar ve kazığın üzerine bırakmaya hazırlandılar.
'Bu ölümün ta kendisii yok oluş!' diye geçirdi içinden Lailie ve soğukkanlılığını sonuna kadar cesurca koruma kararını unutarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya ve merhamet dilenmeye başladı. Ama ona kulak asan olmadı.
'Ama bu gerçek olamaz' diye düşündü. 'Ben kesinlikle uyuyorum. Bu bir rüra'. Uyanmak için çabaladı ve gerçekten de uyandı. Ama bu sefer ne Asarhadon'du ne de Lailie. Bir tür hayvan olarak uyanmıştı. Kendisinin bir hayvan olmasına ve de bunu önceden bilmiyor olmasına şaşırdı.
Bir vadide otluyor, yumuşak çimenleri dişleriyle koparıyor ve uzun kuyruğuyla sinekleri kovalıyordu. Etrafında uzun bacaklı, koyu gri renkli, sırtı çizgili bir eşek sıpası sıçrayıp oynuyordu. Hayvan arka ayaklarıyla çifte atarak dört nala Asarhadon'a doğru koştu ve Asarhadon'un karnının altını küçük, yumuşak burnuyla dürtükleyerek memeyi aradı ve bulunca da sakinleşerek düzgün bir şekilde emmeye başladı. Asarhadon kendisinin dişi bir eşek -sıpanın annesi- olduğunu anladı. Bu durum onu ne şaşırttı ne de kendisine bir keder verdi. Daha çok, bu durumdan haz aldı. Kendi içindeki ve yavrusundaki yaşamı aynı anda hissetmekten ötürü mutluluk duydu.
Ama aniden ıslık çalarak uçan bir şey yan tarafına çarptı ve sivri ucuyla derisine ve etine saplandı. Büyük bir acı hisseden Asarhadon - yani aynı zamanda eşek- memesini sıpanın dişlerinden ayırarak kulaklarını arkaya yatırdı ve ayrıldığı sürüye doğru dört nala koşmaya başladı. Sıpa da onun yanında geliyor, o da dört nala koşuyordu. Sürüdeki hayvanlar da kaçmaya başlamıştı. Tam sürüye varmışlardı ki son hızla gelen bir başka ok sıpanın boynuna saplandı. Ok hayvanın derisini delerek sadağa girer gibi etine saplandı. Sıpa yürekler acısı bir şekilde böğürmeye başladı ve dizlerinin üzerine çöktü. Asarhadon sıpayı terk edemedi ve yanında kaldı. Sıpa ayağa kalktı, uzun ince bacakları üzerinde sendeledi ve tekrar yere düştü. İki bacaklı, korkunç bir yaratık -bir insan- koşarak geldi ve hayvanın boğazını kesti.
'Bu gerçek olamaz, hala rüya görüyorum!' diye geçirdi içinden Asarhadon ve son bir gayretle uyanmaya çalıştı. 'Ben kesinlikle ne Lailie'yim, ne de eşek. Ben Asarhadon'um!'
Haykırarak başını kurnadan çıkardı... Yaşlı adam yanında dikiliyor, ibrikte kalan son damlaları başından aşağı döküyordu."
TOLSTOY
Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır'dan alıntı
Kral Asarhadon bir gece yatağında uzanmış yatıyor, Kral Lailie'yi nasıl idam ettireceğini düşünüyordu. Tam o sırada yatağının yanında bir hışırtı duydu. Gözlerini açtı ve karşısında uzun gri sakallı, yumuşak bakışlı bir ihtiyar gördü.
'Lailie'yi mi idam ettirmek istiyorsunuz' diye sordu yaşlı adam.
'Evet' dedi Kral. 'Ama nasıl yapacağıma bir türlü karar veremiyorum.'
'Ama Lailie sizsiniz' dedi yaşlı adam.
'Bu doğru değil' dedi Kral. 'Lailie Lailie'dir, ben de benim.'
'Siz ve Lailie aynı kişisiniz' dedi ihtiyar adam. 'Siz sadece sizin Lailie olmadığınızı, Lailie'nin de siz olmadığınızı hayal ediyorsunuz.'
'Bununla neyi kastediyorsun?' dedi Kral. 'İşte ben burada, yumuşak yatağımda yatıyorum. Etrafımda erkek ve kadın köleler... Yarın, bugün yaptığım gibi dostlarımla gene ziyafet çekeceğim. Oysa Lailie kafesteki bir kuş gibi. Yarın kazığa geçirilecek ve dili dışarı sarkarken bir an önce ölmek için uğraşacak. Vücudu köpeklerce paramparça edilecek.'
'Onun hayatına son veremezsiniz' dedi yaşlı adam.
'Peki ya öldürüp cesetlerinden bir tepecik oluşturduğum o on dört
bin askere ne demeli?' dedi Kral. 'Ben yaşıyorum, oysa onlar artık yoklar. Bu, hayata son verebileceğimi kanıtlamıyor mu?'
'Onların artık varolmadıklarını ne biliyorsun?'
'Çünkü artık onları görmüyorum. Dahası, onlara işkence yapıldı, ama bana yapılmadı. Bu, onlar adına kötü, benim adıma iyi bir şeydi.'
'Bu da sadece size öyle geliyor. Siz kendinize işkence yaptırdınız, onlara değil.'
'Anlamıyorum' dedi Kral.
'Anlamak istiyor musunuz?'
'Evet, istiyorum'
'O halde buraya gelin' dedi yaşlı adam içi su dolu bir kurnayı göstererek.
Kral kalktı ve kurnaya yaklaştı.
'Soyunun ve kurnaya girin'
Asarhadon ihtiyarın kendisine buyurduğu gibi yaptı.
'Ben bu suyu sizin üzerinize döker dökmez' dedi yaşlı adam bir ibriği suyla doldurarak, 'başınızı suya daldırın'.
Yaşlı adam ibriği Kralın başının üzerine doğru eğdi ve Kral Asarhadon suyun altına girer girmez kendisinin artık Asarhadon olmadığını, bir başkası olduğunu hissetti. Ve kendisini pahalı bir yatakta güzel bir kadının yanında uzandığını gördü. O kadını daha önce hiç görmemişti ama onun kendi karısı olduğunu biliyordu. Kadın doğrularak ona:
'Lailie, sevgili kocacığım! Dünkü işler seni çok yordu ve her zamankinden fazla uyudun. Ben de sen uyurken uyanmayasın diye elimden geleni yaptım ve seni kaldırmadım. Ama prensler Büyük Salonda seni bekliyor. Giyinip onların yanına gitmelisin dedi.
Bu sözlerden kendisinin Lailie olduğunu anlayan Asarhadon bu duruma hiç şaşırmayarak, sadece bunu daha önce bilmemesine şaşarak, yataktan kalktı, üstünü giyindi ve prenslerin kendisini beklediği Büyük Salona gitti.
Prensler Kralları Lailie'yi yere eğilerek selamladılar, sonra doğruldular ve onun bir sözüyle huzurunda oturdular. İçlerinde en büyük olanı konuşmaya başladı ve kötü yürekli Kral Asarhadon'un hakaretlerine daha fazla tahammül etmenin mümkün olmadığını ve ona savaş açmaları gerektiğini söyledi. Ama Lailie bu fikre katılmadı ve şikayetlerin iletilmesi için Kral Asarhadon'a elçiler gönderilmesini emretti. Prenslere huzundan ayrılmalarını söyledi. Sonra önemli bir takım adamları elçi olarak atadı ve onlara Kral Asarhadon'a söyleyecekleri sözleri iyice belletti. Bu işi hallettikten sonra kendisini Lailie olarak hisseden Asarhadon yaban eşeği avına çıktı. Av iyi geçti. İki yaban eşeğini kendisi öldürdü. Saraya dönünce dostlarıyla ziyafete oturdu ve köle kızların dansını izledi. Ertesi gün davacılar ile mahkeme edilmek üzere getirilen mahkumların beklediği mahkeme salonuna gitti ve her zamanki gibi davaları karara bağladı. İşini bitirdikten sonra tekrar en sevdiği eğlencesine yani ava çıktı. Av gene iyi geçti. Bu sefer kendi elleriyle yaşlı bir dişi aslan öldürdü ve iki yavrusunu da beraberinde getirdi. Avdan sonra dostlarıyla tekrar ziyafet masasına oturdu. Müzik ve danslarla eğlendi ve geceyi de çok sevdiği karısıyla geçirdi. Bu şekilde, vaktini krallık görevlerini yerine getirmek ve eğlenmek arasında pay ederek günler ve haftalar boyunca, eskiden kendisi olan, Kral Asarhadon'a gönderdiği elçilerin dönüşünü bekledi. Elçiler ancak aradan bir ay geçtikten sonra döndüler. Elçilerin burunlarıyla kulakları kesikti.
Kral Asarhadon onlara -elçilere- kendilerine yapılanın aynısının, altın, gümüş ve selvi ağaçlarından oluşan bir haracı derhal göndermediği ve gelip Kral Asarhadon'a bağlılık yemini etmediği takdirde, Kral Lailie'ye de yapılacağını kralın kendisine söylemelerini buyurmuştu. Lailie, yani eski Asarhadon, tekrar prensleri topladı ve ne yapması gerektiği konusunda onlara danıştı. Prenslerin hepsi ağız birliği etmişcesine Asarhadon'un saldırmasını beklemeden ona savaş açılması gerektiğini söylediler. Kral bu fikri kabul etti ve ordunun başına geçerek yola çıktı. Yolculuk yedi gün sürdü. Kral her gün atıyla birlikleri dolaşıyor, askerlerinin cesaretlerini arttırmaya çalışıyordu. Sekizinci gün kralın ordusu, ortasında bir nehrin aktığı büyük bir vadide Asarhadon'un ordusuyla karşılaştı. Lailie'nin ordusu cesurca çarpışıyordu. Ama Lailie, yani eski Asarhadon, düşmanın karıncalar gibi akın akın dağlardan aşağı indiğini, vadiyi istila ettiğini ve kendi ordusunu yenilgiye uğrattığını görüyordu. Arabasıyla savaşın tam ortasına daldı ve baltasıyla düşman askerlerini bir bir yere serdi. Ne var ki, Lailie'nin ordusundaki askerler yüzlerle ifade edilebilirken, Asarhadon'un ordusundaki askerler binlerceydi. Lailie yaralandı ve tutsak alındı. Asarhadon'un askerlerinin korumasında, elleri ayakları bağlı bir şekilde, diğer esirlerle birlikte dokuz gün yol gitti. Onuncu gün Nineveh'e vardı ve onu bir kafese koydular. Lailie açlıktan ve aldığı yaralardan çok utancından dolayı ve de intikamını almaktan aciz oluşu yüzünden ıstırap çekiyordu. Tek yapabileceği şey düşmanlarını kendisinin acı çektiğini görmekten mahrum etmekti. Kendisine yapabilecekleri her türlü işkenceye gıkını bile çıkarmadan cesaretle katlanma kararı aldı. Yirmi gün boyunca o kafeste idamını bekledi. Akrabalarının ve dostlarının ölüme gidişlerini izledi ve öldürülenlerin iniltilerini işitti. Kimisinin elleri ve ayakları kesiliyor, kimisinin canlı canlı derisi yüzülüyordu. Ama ne bir rahatsızlık, ne bir acıma, ne de bir korku belirtisi gösterdi. Çok sevgili karısının, elleri ayakları bağlı bir şekilde iki harem ağası tarafından götürülüşünü seyretti. Karısının Asarhadon'a köle yapılacağını biliyordu. Buna da gıkı bile çıkmadan katlandı. Gene de onu izlemekle görevli muhafızlardan birisi ona, 'Sana acıyorum Lailie' dedi, 'eskiden bir kraldın, ama şimdi şu haline bir bak!' Lailie bu sözleri işitince aklına bütün o yitirdikleri geldi. Elleriyle kafesin parmaklıklarına yapıştı ve kafasını bu parmaklıklara vura vura kendini öldürmek istedi. Ama bunu bile yapacak gücü yoktu ve çaresizlik içerisinde inleyerek kafesin zeminine kapaklandı. Nihayet iki cellat kafesin kapısını açtılar ve onu ellerinden sıkıca bağlayarak kanlar içindeki idam yerine götürdüler. Lailie her yerinden kan damlayan sivri bir kazık gördü. Az önce aynı kazıktan Lailie'nin dostlarından birisinin cesedini parçalayarak çıkarmışlardı. Şimdi Lailie bunun kendi idamının gerçekleştirilebilmesi için yapıldığını anlıyordu. Lailie'nin üstündekileri çıkardılar. Lailie eskiden güçlü, biçimli olan bedeninin zayıflığı karşısında şaşkınlığa düştü. İki cellat bu sıska bedeni uyluklarından tutarak havaya kaldırdılar ve kazığın üzerine bırakmaya hazırlandılar.
'Bu ölümün ta kendisii yok oluş!' diye geçirdi içinden Lailie ve soğukkanlılığını sonuna kadar cesurca koruma kararını unutarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya ve merhamet dilenmeye başladı. Ama ona kulak asan olmadı.
'Ama bu gerçek olamaz' diye düşündü. 'Ben kesinlikle uyuyorum. Bu bir rüra'. Uyanmak için çabaladı ve gerçekten de uyandı. Ama bu sefer ne Asarhadon'du ne de Lailie. Bir tür hayvan olarak uyanmıştı. Kendisinin bir hayvan olmasına ve de bunu önceden bilmiyor olmasına şaşırdı.
Bir vadide otluyor, yumuşak çimenleri dişleriyle koparıyor ve uzun kuyruğuyla sinekleri kovalıyordu. Etrafında uzun bacaklı, koyu gri renkli, sırtı çizgili bir eşek sıpası sıçrayıp oynuyordu. Hayvan arka ayaklarıyla çifte atarak dört nala Asarhadon'a doğru koştu ve Asarhadon'un karnının altını küçük, yumuşak burnuyla dürtükleyerek memeyi aradı ve bulunca da sakinleşerek düzgün bir şekilde emmeye başladı. Asarhadon kendisinin dişi bir eşek -sıpanın annesi- olduğunu anladı. Bu durum onu ne şaşırttı ne de kendisine bir keder verdi. Daha çok, bu durumdan haz aldı. Kendi içindeki ve yavrusundaki yaşamı aynı anda hissetmekten ötürü mutluluk duydu.
Ama aniden ıslık çalarak uçan bir şey yan tarafına çarptı ve sivri ucuyla derisine ve etine saplandı. Büyük bir acı hisseden Asarhadon - yani aynı zamanda eşek- memesini sıpanın dişlerinden ayırarak kulaklarını arkaya yatırdı ve ayrıldığı sürüye doğru dört nala koşmaya başladı. Sıpa da onun yanında geliyor, o da dört nala koşuyordu. Sürüdeki hayvanlar da kaçmaya başlamıştı. Tam sürüye varmışlardı ki son hızla gelen bir başka ok sıpanın boynuna saplandı. Ok hayvanın derisini delerek sadağa girer gibi etine saplandı. Sıpa yürekler acısı bir şekilde böğürmeye başladı ve dizlerinin üzerine çöktü. Asarhadon sıpayı terk edemedi ve yanında kaldı. Sıpa ayağa kalktı, uzun ince bacakları üzerinde sendeledi ve tekrar yere düştü. İki bacaklı, korkunç bir yaratık -bir insan- koşarak geldi ve hayvanın boğazını kesti.
'Bu gerçek olamaz, hala rüya görüyorum!' diye geçirdi içinden Asarhadon ve son bir gayretle uyanmaya çalıştı. 'Ben kesinlikle ne Lailie'yim, ne de eşek. Ben Asarhadon'um!'
Haykırarak başını kurnadan çıkardı... Yaşlı adam yanında dikiliyor, ibrikte kalan son damlaları başından aşağı döküyordu."
TOLSTOY
Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır'dan alıntı
Müzik: Dhafer Youssef - Diaphanes |